20 Şubat 2016 Cumartesi


Ön yargılar... 


Başka bir hayat mümkün derken bugün bu başlıkta bir yazı okudum. Genç bir çift mesleklerinden istifa edip ilk adımda Tatuta çiftliklerinde çalışarak istediklerini yaşamak için adım atmışlar. Yazıyı okuduktan sonra bir de altında yazan yorumlara göz attım. Bu yazıyı da o yüzden yazma gereği duydum. 

Niye insanlar farklı yola giren ya da girmek isteyenlere karşı hep ön yargılı ve negatif olma eğilimindedir. Hepimizin çevresinde doğduğumuz günden itibaren var böyle insanlar. "O öyle yapılmaz, o yoldan yapılmaz, o iş para getirmez, bu şekilde yaşanmaz" gibi sayısız olumsuz cümleye maruz kalırız ya da maruz bırakırız. 

Bazılarımız tek bir doğru olmadığını farketsek dahi belki aynı şeyi biz de yapmak isterken yapamadığımızdan kötü niyetli olmasak da engel olmaya çalışırız ya da heveslerini kırarız. 

Bekleriz ki başarısız olup gelsinler biz de "bak ben demiştim o öyle kolay değil, öyle olmazdı" diyelim. Mutlu mu oluruz dediğimiz çıkınca... 

Bu konuda pek çok şey yazabilirim, ama başa geri dönersem bu çiftle ilgili "toprakla uğraşmak kolay değil, para getirmez, demek maddi durumları iyiymiş yoksa öyle kolay mı istifa edip başka yaşam seçmek, geri dönerler onlar" gibi yorumlar yapılmış. 

Farz edin ki bir heves onlarınki ya da olmadı bir şekilde eski yaşamlarına geri döndüler. Bunu denemeden bilebilirler mi ya da seneleri bir gün böyle birşey yapmak istiyorumla geçseydi daha mı iyiydi???


9 Şubat 2016 Salı

Kentten Doğaya Bir Tercihin Analizi


Kiminle konuşsak küçük bir sahil kasabasına yerleşmeyi ne kadar istediğini söylüyor. Tabi ki bunu dile getirenlerin büyük çoğunluğunun bunu öylesine dile getirdiklerini artık çok rahat gözlemleyebiliyoruz. Ama nasıl karar verdiniz ile başlayıp devamında gelen sorular için bir şeyler yazmak istedim: 

- İlk önce gerçekte ne istediğini bilmek lazım


Gitmek aslında çoğu kişinin öngördüğü gibi çok büyük ve dönülmez bir karar değil. Ama ömür boyu sürecek bir tatile gitmediğini de bilmek lazım. Çünkü sahil kasabası dendiğinde sadece tatil yapılan yer olarak görenler azınlıkta değil. (İstanbul'a arada gelip Gökova'ya giderken hala iyi tatiller diyenler var.) Gitmek illa toprakla uğraşmayı seçmek de değil; başka alternatifler de mümkün. 


Ne istediğini, nereyi istediğini bilmek bazen net olmayabiliyor. Ama her halükarda bu konuda hızlı karar vermeyip bölgeyi gezmek, keşfetmek daha doğru. Belli bir süre o bölgede bir yer kiralayıp yaşamak iyi olacaktır. 


- Para adlı bir gerçek


İstisnasız en çok sorulan soru. 


Ortalama sabit giderler 2-3 kişi için yaklaşık şu şekilde olabiliyor: Kendi sigortanı ödüyorsan: 350TL*2, Kira: 500-850 arası, Faturalar: 200TL, Gıda: 300TL. Tabi bu rakamların daha aşağısı ya da yukarısı da olabilir ama bu hesaba göre yaklaşık 2000TL aylık harcamayı göz önünde bulundurmak gerekir.


Bilgisayar üzerinden ya da proje bazlı iş yapabiliyorsanız o zaman çok şanslısınız nerede olduğunuzun bir önemi yok. Ama kişisel özelliklerinize, birikimlerinize göre pek çok şey yapılabilir... Biraz risk alıp, farklı perspektiften bakmak lazım. 


- Sosyal yaşam

Gitmek ıssızlaşma çabası anlamına gelmiyor. Emin olun özellikle ziyarete gelenlerden sıkılacağınız kadar bir sosyal yaşantınız oluyor. Evet sergiler ve kaliteli tiyatro gösterimleri, konserler pek olmayabiliyor. Ama gerçekten bu sizin için önemliyse plan yapıp İstanbul'a kültür turları yapabilirsiniz. Biz bu sayede İstanbul'da koşturduğumuz dönemden daha çok kültürel etkinliğe dahil oluyoruz. 


- Çocuk mevzusu


Gitmek düşünüldüğünde çocuk varsa ilk engelleyen düşünce eğitim oluyor. Halbuki kentteki eğitim özellikle günümüzde çok ayrıcalıklı bir durum değil. Mesela bizim bulunduğumuz bölgede köy okullarında sınıf mevcudu 10-15 kişi civarı. Özel okullar ise kentle karşılaştırıldığında yarısı ya da üçte biri fiyatında. Üstelik çocuğun binaların içinde değil de doğada büyümesinin artısı hiç birşeyle karşılaştırılamaz.  


Bir de sağlık konusu var. Açıkçası lokasyon seçerken buna dikkat etmek önemli. Merkez bir hastaneye ya da sağlık ocağına ulaşımının rahat olması iç rahatlatan bir durum. Onun dışında devlet hastanelerindeki hizmet tatmin edici; kolay randevu almak, hatta aynı gün içinde 3-4 doktora gidip tahlillerini yaptırabilmek gayet mümkün. 





31 Ocak 2016 Pazar

İSTANBUL'DAN ÖTESİ


Gökova'ya her geldiğimde döneceğimi bilmek hiç hoşuma gitmiyordu. Bu bir tek bir tatilin bitmesi durumu değil: böyle bir güzellik içinde yaşamaktansa niye gökyüzünü unuttuğumuz bir mekanda olmamız gerekliliğine olan kuşkuydu... 





Büyük şehirde yaşama paradoksu

Çoğumuz küçük şehirleri ancak turistik yerler olarak görür. Peki, neden kentlerde olmak isteriz? Çünkü modern dünyada yaşamak için gerekli donanımlar "sadece" kentlerde vardır ki ilk aklıma gelen bu vazgeçilmezler: 

  • En son ne zaman gittiğimizi unuttuğumuz tiyatrolar, müzeler, konserler, çeşitli gezi rotaları. 
  • Sıklıkla gittiğimiz "farklı konsepteki cafeler, restourantlar, mekanlar, sevsek de sevmesek de en çok vakit geçirdiğimizi AVM'ler. (Bir kaç kişiden duyduğum ve garipsediğim için yazıyorum: "Starbucks'ın olmadığı bir yerde yaşayamam" diyen kişiler var artık.)
  • İş potansiyeli, "kariyer" olanakları. 
  • Çocuklarımızı "en iyi şekilde" yetiştirmek üzerine yaptığımız planın parçası olan; kursların, etkinliklerin ve okul imkanlarının çeşitliliği.
  • Belki de farkında olmasak da ülkenin odak noktasının bir parçası olmak. (Televizyon, gazete veya sosyal medyaya dışarıdan bir gözle baktığınızda İstanbul değil mi herşeyin yaşandığı yer.)


Neden başka bir yer?

Açıkçası 10 yıl önce sorsanız İstanbul gibi bir yer varken niye insanlar başka şehirde yaşarlar ki derdim. Mesela bu kentin kültür-sanat-tasarım gibi benim için önemli olan unsurların merkezi olması terk edilemeyecek bir durumdu. 

Ama bir yandan çoğumuzda bulunan kente dair şikayetlenme hali gün geçtikçe artıyordu:



  • Günün her saati olan trafik. Bu sebepten günümün ortalama 3 saatinin işe ya da eve ulaşma haliyle geçmesi. Üstelik mecburen metrobüsü tercih ettiğinde üstüste, itişme haliyle geçen hem fiziksel hem psikolojik eziyet olan saatler. 
  • Her yer bina, her yer inşaat... Yeşil alanların hayatımızın bir parçası değil ancak gidip görebileceğimiz onlara ayrılmış sınırlar dahilinde var olmaya çalışan yerler haline gelmiş olması. Gökyüzünü görmek için bile çaba gerekiyordu mesela. 
  • Mutsuz, hep bir yerlere yetişme ya da bir şeyleri yetiştirme çabasında olan insanlar topluluğu ki ben de bu topluluğun asil üyesiydim. 
  • Daha iyi bir kariyer, daha çok para için hırsların insanları dönüştürdüğü yeni insan tipi. Sahte kimlikler, sahte kibarlıklar, sahte gülümsemeler... 
  • Kendine zaman ayırmak için bile plan yapıyor olmak ve sürekli ertelenen kişisel planlar.


Başka bir yaşam mümkün mü?

Neredeyse kentte kiminle konuşsak "en iyisini yapmışsınız, büyük cesaret, nasıl karar verdiniz ardından nasıl para kazanıyorsunuz" gibi cümleler duyuyoruz.


  • Büyük cesaret mi? 

Doğduğumuz günden itibaren bize çizilmiş olan doğrular, olması gerekliler çemberi içerisinde yaşıyoruz. Hangi sınıf ya da eğitim düzeyinden geliyorsak gelelim sistemin öngördüğü eğitim sistemi içerisinde okuyup ardından çalışmaya başlıyor ve kariyer hedefleri belirliyoruz. Azınlığımız yeteneği olan, sevdiği işlerde çalışıyor. Ne iş yapıyorsak yapalım kendimizi, yaptığımız işleri beğendirme çabasına giriyoruz. Çünkü bir işi iyi yapıyor olmanın bir önemi yok. Asıl olan kimlerle nasıl bağlantı kurduğun, kendini nasıl pazarladığın... Ve başka bir insan olup çıkıyoruz. Mal, mülk edinmek istiyor; elimizde olmayan paraları harcıyoruz. Daha iyisine ulaşma çabası, ihtiyacımız olmayan şeylerin ihtiyaç olarak yansıtılmasıyla kredi borçları, kredi kartı taksitleri derken bitmek bilmeyen bir döngünün içine giriyoruz. 

Bu açıdan baktığında evet kesinlikle büyük cesaret...



  • Gitmek için piyangoyu tutturmak mı lazım?

Aslında en önemlisi borcunun olmaması. Ve gerçekçi olmak lazım tabi ki bir miktar para olmalı ama bu rakamı kent ölçeğinde düşünmemeli. Gitmek emekli olmak anlamına da gelmiyor.